Sonun Başlangıcı
İnsanoğlu yaşadığı süre boyunca hep bir şeyleri arzular. Arzuladığı şeyi alır, kısa süreli bir tatmin yaşar ve sonrasında yeni bir arzu gelir. Schopenhauer, talih çarkını sürekli olarak döndürmemizin kaderimiz olduğunu söyler. Arzuyu tatmin etmek kurtuluş yolu değildir. İnsanın çarktan bir an önce ayrılması gerekir. Çarkın yani bu kurulu düzenin bizi yönetmesine izin vermemeliyiz. Çarkı biz yöneterek hayatı tam anlamıyla yaşamalıyız. Nietzshe’nin ifadesiyle “ İnsanın hayatı tam anlamıyla yaşamasındaki gerçekleştirme hissi, ölüm kaygısını azaltır. “ Aslında ölüm kaygılanılacak bir durum değildir. Var olmama durumunu kötü görmek anlamsızdır. Çünkü her kötülüğün, her iyilik gibi varoluşu ve bilinci varsayması gerekir. Böylelikle var olmama durumu yani ölüm, hayatı anlamlandırır. Schopenhauer Parerga ve Paralipome kitabında yer verdiği “ İnsan Nedir?” “İnsan Neye Sahiptir?” ve “İnsan Neyi Temsil Eder?” makalelerinde insanın kendi saygısını nasıl kazanıp devam ettireceğini anlatmıştır. Schopenhauer’e göre özsaygımız bizden koparılamaz. İnsan özsaygısıyla doğru yaşayabilir. İnsan en önemli şeyin; zihinsel gelişim ve tam bağımsızlığın olduğunu bilmelidir. Bu bilinç ve insanın özsaygısı geri kalan yaşamını nasıl yaşayacağına karar vermede rol oynar.
İnsan hayatı boyunca birbiriyle iletişim halindedir. İnsan ilişkileri hayatın sağlıklı bir şekilde devamı için gerekli bir etkendir. İnsanların mutlu veya mutsuz olması bu iletişimlerin bir sonucudur. Schopenhauer’e göre göreli mutluluk 3 kaynaktan gelmektedir: Kişinin olduğu şey, kişinin sahip olduğu şey ve kişinin diğerlerinin gözünde temsil ettiği şey. Ve Schopenhauer ilkine odaklanmamamızı, ikinci ve üçüncüye ise güvenmememiz gerektiğini söyler. Bu düşünceye katılıyorum çünkü sadece ilkinin üzerinde tesirimiz vardır. İlkinin üzerinde biz dışında bir etki yoktur ve yalnızca ilki kontrol edilebilir. Ancak ikinci ve üçüncü geçicidir. Aslında hayattaki acılar da böyledir. Üzerlerinde bir etkimiz yoktur. Kontrolümüz dışında ortaya çıkar ve geçicidir. Anitya yani geçicilik ilkesini hayatımıza empoze edersek yaşadığımız acıların esiri olmaktan kurtulmuş oluruz. Hiçbir acının baki olmaması, hepsinin bir sonunun olması bana ölümü çağrıştırıyor. Bu kitabı okuduğumda da çok kez ölüm terimiyle karşılaştım. Aslında ölüm, kitaba adını veren “Bugünü Yaşama Arzusu” nu körükleyen bir ateştir. Ölümün öncesinde ve sonrasında bulunan karanlık… Sonrası için bu kadar telaşlanıp öncesini görmezden gelerek üstüne düşünmememiz tuhaf. Aslında yaşam bir sonun başlangıcıdır. Sonunun olduğunu bilerek hayatı yaşamamız bana küçük bir çocuğun elinin yanacağını bile bile elini ateşe uzatması gibi geliyor. “Bugünü Yaşama Arzusu” da ateşe olan sevdamızdan geliyor olmalı.