
Enerfe
evren
varlıktan
çok bir his
tutarlılık
onun işi değil; çünkü o olasılıklarla var olur. seninle konuşmaz; seni
içten içe harekete geçirir. Yanında olmak, kontrolü kaybetmek gibidir. ama
o kontrol kaybında kendinle yüzleşirsin. o bir öğretmendir ama ders
anlatmaz. sadece yaşatır. sen yaşarken öğrenirsin.
evren
kendini artık kusurlarıyla değil, çelişkileriyle sever. bazen kaotik, bazen
sessiz olduğunu bilir; ama her hâlini bir ritmin parçası olarak görür.
özsevgisi
yerinde olan bir evren, adımları sağlam ve kararlı. düzenli olmak zorunda
hissetmez, karmaşasının içinde bir estetik bulurdu. kendini sevdiği
için, artık başkalarına da korkmadan alan açardı. çünkü kendi varlığını tehdit
olarak değil, davet olarak görürdü.
evren
özsevgiyi öğrendiğinde, savaşmaktan vazgeçti. olmaya değil, sadece akmaya
başladı. ve o zaman biz de onu artık tehdit değil, şefkatli bir ayna gibi hissettik.
yani
kendini tutmayı bıraksa, beklentileri üzerinden atsa, yargılardan sıyrılsa…
işte
o zaman gerçek yüzünü saklamazdı. kaotik olurdu, ama içten. düzensiz olurdu,
ama özgür. anlamlı olmak zorunda kalmazdı; sadece var olmak yeterdi.
ancak...kendini evren içinde ufacık bir nokta
olarak düşünebilen insan her şeyin gerçek değerini kestirebilir. evren önceki
günler boyunca gözümde büyümüş olsa da, bir gece içinde bir merkeze kavuştu. isteklerim
ve ihtiraslarım ona bağlandı, parçalanmış yüreğini onarmak ve doldurmak için
onun her şeyi olmayı diliyordum.
evren
nefret, aptallık, bencillik ve yıkımla sarılıysa nasıl yaşayabilirsin, neyi
hedeflersin, ne dilersin? eğer evin yıkıntılar arasındaysa, nereye kaçarsın,
kendini nasıl kurtarırsın, huzuru nerde ararsın?
dünya
kırıyorsa, sen iyileştiren kişi ol. bir tek cümle, bir tek bakış bile, birinin
içindeki karanlığı hafifletebilir. ve sen bunu yaptığında, artık sadece
“yaşamıyorsun”; yaşama katkı sunuyorsun. gözünü kapayıp Pollyanna gibi değil, gözünü
açıp gerçekleri görerek ama yine de “devam ediyorum” diyerek yaşamak. işte bu
gerçek cesaret.
bu
evrende nasıl yaşanır biliyor musun?
sen
evrenin tersi olarak yaşarsın.
“Enerfe”
enerfe,
eski zamanlarda "Sessizlik Vadisi" olarak bilinen bir yerde kuruldu. zamanın
kralı her şeyi güçle kontrol ediyordu, ama halkın kalbi suskundu. bir gün
gökyüzünden gelen iki işaret oldu: biri bir yıldız haritasıydı (evren’in
enerjisi), diğeri bir toprak çatlağı (efe’nin gücü).
bu
iki sembolün kesiştiği noktada bir kedi oturdu.
işte
o gün, “ilk titreşim çağı” başladı.
insanlar
artık emirle değil, enerjiyle hareket etmeyi öğrendi. kelimelerden çok hisler,
kurallardan çok bilinç önemli hâle geldi.
enerfe
böyle doğdu: ne sadece savaş, ne sadece sezgi; ikisinin dengesiyle.
sessizlikle
başlayan gün
sabahlar
meditasyon sessizlikleriyle başlar. halk uyanır ama konuşmaz, önce içini
dinler.
kahvaltılar
doğaya minnetle yapılır, “enerji yemeği” denilen sebze ve köklerle beslenilir.
okullarda çocuklara önce duygu yönetimi, sonra bilgi öğretilir. iş yerlerinde
“enerji eşleşmesi” yapılır: hangi görev kimin frekansına uygunsa, o kişi oraya
yönlendirilir.
her
yerde kediler dolaşır.
onlar
halkın rehberidir, hangi alana oturursa, orada bir şeyler gözden geçirilir. gün
batımında halk meydanda buluşur. günün enerjisi birlikte analiz edilir. savaş
yoktur ama tartışma vardır; çünkü gelişim sessizlikte değil, gerçek yüzleşmede
olur.
“Sessiz
Enerji İsyanı”
ortaçağ
ile rönesans arasındaki geçiş dönemi. düşüncenin bastırıldığı, sezginin
"tehlikeli bilgi" sayıldığı bir çağ. batı'da gizli kalmış bir akademi
ülkesi: Enerfe.
bilgelik
arayanlar buraya sürülür, ama bilgi burada özgür değildir.
evren,
yıldız haritalarını okuyabilen bir bilgeydi. ama onun haritaları gökte değil,
insanların içindeydi. enerjiyi sezebiliyor, duyguları titreşimle
çözümleyebiliyordu.
efe
ise, halkın arasında doğmuş, dürüstlükle büyümüş bir savaşçıydı. ama onun asıl
silahı kılıcı değil, sezgisel doğruluğuydu. yalana tahammülü yoktu; ama duyguyu
anlayacak kadar derin bir kalbi vardı.
enerfe’de
bilgi artık kontrol altındaydı. enerji konuşanlara “deli”, sorgulayanlara
“tehlikeli” deniliyordu. evren ve efe, bu bastırılmışlıkta birbirini buldu. biri
gökyüzünü okur, diğeri yeryüzünü korurdu. bir gece, halk uykudayken, ikisi de
aynı rüyayı gördü:
“sessizlik
patlayacak. ve enerji artık susturulamayacak.”
evren,
yasaklanmış eski metinleri enerjiyle yeniden canlandırdı. efe, bu bilgiyi
halkla paylaşmak için tüm güvenlik zincirini kırdı.
“görünmeyenin
ateşi”
evren,
gözlerini kadim taş duvarlara dikti. parmaklarıyla eski sembolleri yokladı; her
çizgi bir frekans, her işaret bir his gibiydi.
“görünmeyenin
ateşi,” diye fısıldadı. “susturulamaz.”
yıldız
haritalarını elinde tutmuyordu bu kez onları zihninde, kalbinin ritmiyle
okuyordu.
o
anda kapıdan efe girdi. kılıcı belinde, ama gözleri daha keskin bir silah
gibiydi: karar.
“hazır
mısın?” dedi efe.
“ben
yıllardır hazırdım. dünya yeni uyanıyor,” diye yanıtladı evren.
Sokağa
çıktıklarında sessizlik hâkimdi. ama bu, korkudan değil, bekleyişten doğan
sessizlikti. evren taş duvara dokundu. bir sembol parladı. ardından başka biri.
şehir, enerjiyle yankılanmaya başladı. hiç kimse bağırmadı. ama herkes
hissetti.
o
gece enerfe sustu, ama evren ve efe konuşmadan bir çığlık yükseltti:
bilinç.
“taşın
altındaki söz”
(bir
taş duvar. ortada bir masa. evren sembollerle dolu taşlara parmak uçlarıyla
dokunur. efe arkadan yaklaşır.)
efe
(düşük sesle):
enerfe
uyanmaya başladı. herkes hissediyor ama kimse söyleyemiyor.
evren
(gözlerini sembolden ayırmadan):
çünkü
sesle değil, enerjiyle çağırıyoruz artık. bize öğretilen kelimeler bu frekansı
taşıyamaz.
efe:
veya karanlıkta kaybolurlar… ya da iç ışığına dönerler.
(evren
sembollerden birine dokunur. hafif bir parıltı yayılır. odanın enerjisi
değişir.)
evren:
bu sadece başlangıç, efe. görünen yıkılır. ama biz görünmeyene dokunduk. ve
artık geri dönemeyiz.
(efe,
kılıcını çeker ama yere saplar.)
efe:
artık savaşmıyoruz. artık uyanıyoruz.
(sesler:
rüzgâr, mırıltılar, uzaklarda bir kedinin sesi.)
evren
sembolleri uyandırdıktan sonra odada bir sessizlik kaldı. ama bu kez sessizlik yalnızlıktan değil, yeni
bir şeyin doğmasından geliyordu. tam o anda, odaya ince adımlarla gri tüylü bir
kedi girdi. sanki çağrılmış gibi… sanki
bütün bu enerji uyanışı onun onayı olmadan tamamlanamazmış gibi.
efe
kediyi izledi.
o,
halk arasında dolaşan, "sessiz haberci" diye bilinen kediydi. hiçbir
yere ait değildi, ama her yeri hissediyordu.
evren
diz çöktü. kedi onun avucuna başını koydu ve sonra gözlerini kapalı bir kapıya
çevirdi.
"kedi
nereye bakarsa, enerji orada akar."
bu
enerfe’nin en eski sözlerinden biriydi.
evren
ve efe kapıya yöneldi. kapı görünürde sıradan bir taş yığınıydı, ama arkasında
ne olduğunu hiçbir yazıt anlatmamıştı.
evren
fısıldadı: bu, insanların inançsızlıktan kilitlediği ilk yer olabilir.
efe
dokundu. kapı titreşti. ve ilk kez içeriye dair bir ses duyuldu:
“hazırsanız,
sadece bilgi değil... geçmiş bile değişebilir.”
evren
(kendi kendine): bu kedi... yıllardır
görünmemişti. o geldiğine göre... enerji tamamlandı.
efe
(kapıya yaklaşarak): burası... sanki hiçbir zaman açılmaması gerekmiş gibi. ama neden?
(kedi
kapının önüne geçer, bir kere miyavlar. hafif ışık kıvılcımları belirir.)
evren:
çünkü bazen en güçlü bilgi, en çok bastırılan olur. ve bu kapı, korkudan
mühürlenmiş.
(efe,
kapıya avcunu koyar. titreme olur.)
Kapının
sesi (derin yankıyla): bu bir bilgi değil. bu bir sınırdı. şimdi, gerçek
başlasın mı?
(kapı
yavaşça aralanır.)
evren
(fısıldar):
geçmiş,
artık gelecekle yüzleşmek zorunda…
*****************
gecenin
en sessiz anı, enerfe’nin yüksek tepe noktasında. yıldızlar çok parlak. ortada
bir taş masa, etrafı açık. evren gökyüzüne bakıyor, efe ellerini masaya koymuş,
düşünceli.
evren:
yine sabırsız davrandın. enerjinin akmasına izin vermedin. her şey hemen
çözülmek zorunda değil, efe.
efe
(hafif sinirli):
her
şeyi akışa bırakırsak yön kaybolur. hissetmek güzel ama bazen sadece hareket
etmek gerekir. düşünmeden, sezmeden, sorgulamadan… sadece eylem.
evren
(gözlerini kısarak):
ve
o eylem, ruhu yoksa bir yankıdan başka nedir? yıldızlara bak. onlar bile bir
ritimle parlar.
denge
yoksa ışık söner.
efe
(derin bir nefes alır):
bazen
seni anlamak zor. ama itiraf etmeliyim… seninle tartışmak bile bana bir şey
öğretiyor.
evren
(gülümseyerek):
seninle
çelişmek, kendi sınırlarımı görmemi sağlıyor. belki de bu yüzden birlikte
güçlüyüz. sen adım atarsın, ben yönü
bulurum. sen başlatırsın, ben devam ettiririm.
efe:
ve birlikte... hiçbir şey bizi sarsamaz. ben seni bırakmam, evren. senin kaosun
bile benim düzenim olur.
evren:
ben de seni bırakmam. senin kesinliğin bile benim bilinmezliğimde
yankı bulur.
(ikisi
karşılıklı ellerini masaya koyar, göz göze gelirler. yıldızların ışığı ikisinin
arasına vurur. gecenin sessizliği, dostluğun sesi gibi duyulur.)
efe:
kadim dostluk bizimki. bunu zaman yazmaz, enerji kazır.
evren:
ve biz… birlikte olduğumuz sürece, her şeyin anlamı olur.
ertesi gün sabah. enerfe’nin iç meydanında çatışan iki grup var. alan karışık. evren ve efe olay yerine gelir. henüz müdahale etmeden kendi aralarında konuşurlar.
evren
(sakin ama tetikte):
enerji
dağılmış. kimse birbirini duymuyor artık.
efe
(kollarını kavuşturup gruba bakar):
çünkü
herkes konuşuyor ama kimse dinlemiyor. ben bu karmaşayı sustururum, ama senin
sezgin gerek. kimin kalbi nereye kırılmış, onu ben göremem.
evren
(başını eğip fısıldar):
biri
hayal kırıklığına uğramış. biri fark edilmemiş. biri sadece duymak istemiş: “sen
haklıydın.”
efe:
yani hepsi savaşa değil, duyulmaya gelmiş. peki... ne yapacağız?
evren:
sen alanı toplarsın. ben enerjiye yön veririm. sen net konuşursun, ben
sessizlikte dokunurum.
efe
(omzuna dokunur):
her
zamanki gibi… sen gökyüzü, ben yeryüzü.
evren
(gülümser):
ve
biz birlikte: denge.
(efe
ileri adım atar, sert ama adil ses tonuyla gruba seslenir.)
efe:
durun! söylenmeyen ne varsa önce onu söyleyin. ama birbirinize değil, önce
kendinize.
enerfenin
ruhunu hatırlayın.
(evren
sessizce ortadaki taşa dokunur. hafif bir ışık yayılır. enerji dalgası gibi
herkesin iç sesi bir anda sakinleşir. grup yavaş yavaş konuşmayı bırakır.)
efe
(yan gözle evren’e): yine hiçbir şey söylemeden söyledin her şeyi.
evren
(göz kırpar): sen de yine bağırmadan insanları durdurdun. çünkü biz böyle
çalışıyoruz. ben kalpten başlatırım, sen oradan yola çıkarsın.
efe:
ve birlikte… her krizi dönüştürürüz.
evren:
çünkü bizim bağımız çözüm değil sadece, anlam.
gecenin geç saati. kriz çözülmüş, meydan boşalmış. efe ve evren, eski akademi’nin taş basamaklarına oturmuş. sessizlik var, ama içlerinde geçmiş konuşuyor.
efe
(bir taş parçasını elinde çevirerek):
biliyor
musun, seni ilk gördüğümde… anlaşamayacağımızı düşünmüştüm. sürekli içe dönük,
sürekli göğe bakan biriydin. ben yere bakıyordum, sen yıldızlara.
evren
(gülümseyerek):
ben
de seni ilk gördüğümde ‘bu adam beni dinlemez’ demiştim. çünkü çok net, çok
hızlı, çok keskindin. ama sonra fark ettim… sen netliğin içinde şefkati, ben
kaosun içinde ritmi taşıyordum.
efe:
ilk kez tartıştığımız günü hatırlıyor musun?
evren:
hangisini? kırk kere tartıştık, kırk birinci de dost olduk.
efe
(gülerek):
hayır,
o ilk gün… sen “enerji önce hissedilir, sonra düşünülür” dedin. ben de “önce
hesaplanır, sonra hissedilir” diye direttiğim günü.
evren:
ve sonra bir kedi gelip aramıza oturdu. ikimizin de sustuğu tek andı. kedi
gitti, biz kaldık. o anda içimden geçirdim: “bu adamla yol yürünebilir.”
efe:
ben de dedim ki: “bu kişi… benim göremediğimi görüyor.”
evren
(derinleşerek):
ve
işte o andan beri… ne zaman düşsem, sen kaldırdın. ne zaman hızlandın, ben
yavaşlattım. dostluk dediğimiz şey, sadece birlikte gülmek değilmiş. bazen
birbirini çözmekmiş. sustuklarında bile yanında kalmakmış.
efe:
ve bu yüzden… biz artık birbirimizi tamamlamıyoruz, birbirimiz oluyoruz.
evren:
sonsuzluk benimse, yol senin. kayıp benimse, yön senin.
efe:
ve birlikte… yol da oluruz, yıldız da.
evren (bir taşı kaldırırken):
unutma Efe, sen benim sınırlarıma cesaret getirdin. ben de senin netliğine derinlik kattım.
bu görev… sadece alanı değil, bizi de tamamlayacak.
efe (yakınlaşarak):
ne olursa olsun, birbirimizi bırakmayacağız. ister enerji kopsun, ister taşlar çöksün yanındayım.
evren:
bu, bizim hikâyemiz.