blog-image

EDİP CANSEVER ŞİİRİNE PSİKOLOJİK BİR YORUMLAMA

“Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum / Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı ve “Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor
yaşadıklarıma / Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan / Ve geçilmiyor ki
benim / Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.‖
(S.K.I, s. 162)

Edip Cansever’in şiirini psikolojik açıdan incelemeye kalktığımızda psikanalitikteki bilinçdışı kavramı, insanın doğasında kötülüğün olduğu inancı ve Jung’un analitik psikolojisindeki kolektif bilinç kavramını okuyabilmekteyiz. Çok eski bir yerimdeyim çürüyen bir yerimden geliyorum diyor Cansever, sanki bilinçdışına attığımız o çok eski ve bizi her an çürüten anılara dem vuruyor bu deyişiyle. Bir yoruma göre de belki kolektif geçmişimizden bahsediyor, o atalarımızdan bu yana taşınan yüklerden. Bugün nedenini tam olarak tespit edemediğimiz fakat içimizden o yöne doğru sezdiğimiz eğilimler ve davranışların atalarımızın öğrenmeleri, korkuları, onlardan gelen hislerin olduğunu kabul eden bir görüştür analitik psikolojideki kolektif bilinç. O çok eski bir yer belki de Cansever’in nesiller boyunca aktarılan kolektif bilincidir. Öldüklerini sayıyor böylece ve yeniden doğduklarını. Oysa diyor Cansever ben düz insan, bazı insan, karanlık insanım. Özünde belki bir kötülük gizli olduğunu düşünüyor, sıradan herkesinki gibi…  Ve ekliyor üzerine zorunlu bir olmaktan geldiğini böyle oluşunun; geçilmiyor ki benim duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan… Bir binanın, bir şehrin planlanması gibi baştan sona yazılı çizili bir şey gibi görüyor o an insanı. Kuralları, sınırları, biçimi, malzemesi belli bir oluşum gibi. Ve bu özündeki sıradan kötülüğü bu yüzden çaresizce kabul ediyor.

Şimdi biraz bu fikir çizgisinde duralım. İçeride, çok içeride bir yerde bizi çürüten bir şeylerin olduğunu kabul edebilir miyiz? İnsan zihninin yaratılış mükemmelliğidir ki biz, taşıyamayacağımız kadar ağır bir yükle karşılaştığımızda bilincimizden bunu sıyırıp bilinç dışımıza atarız ve onu hiç yaşamamış gibi unuturuz. Aslında yaşanan yaşanmıştır ve her ne kadar bilincinde olmasak da bu ağırlık bizim iç dünyamıza yerleşir ve gerçekten de zamanla çürümeye başlar. Çürümesi demek, kokması ve zamanla değdiği nesnelere bulaşıp onları da çürütmesi demektir. Bunun hayatımıza tesiri ise farklı farklı, ilgili ilgisiz olaylar karşısında verdiğimiz tepkilerde, duygularımızda, düşüncelerimizde karışımıza çıkmaktadır. Bazı insanların bir olay karşısında diğerlerinden çok daha fazla ve farklı tepkiler veriyor olması bilinçdışından gelen o çürük kokusunun ve bulaşmışlığın etkisidir aslında. Bu yüzden biz ruh sağlığı uzmanları bir olayın görünen yüzünün aslında bir gölge olduğunu, bunun altındaki sebeplerin asıl çözülmesi gereken problem olduğuna inanırız. Yani işimiz o çürüyen yerleri bulmaktır.  O çok eskiyen yerlerimiz ise atalarımızdan bize aktarılan hisler olabilir mi gerçekten? Kollektif bilincimizde daha doğmadan bize aktarılan o duygularla gerçekten biz yaşamımızda karşı karşıya gelir miyiz? Bu aslında kanıtlanması mümkün olmayan, inkâr etmesi de imkânsız bir teori. Ama öyledir ki bazen gerçekten içimizde hiç deneyimlemediğimiz, hiçbir öğrenmeye sahip olmadığımız durumlar hakkında ön duygulara sahibizdir. Ya da bizi bir şekilde belli davranışlara sevk eden bir kuvvet hissederiz içimizde. Buradan yürürsek bazen gerçekten atalarımızın ayak izlerini görmemiz mümkün.  Peki, gerçekten, biz bu bilinç durumlarının tesirine tamamıyla teslim halde miyiz, bizim tesirimiz gerçekten yok mu? Burada söylenebilir ki, insan idraki ile meşhur bir varlıktır ve bilincinde olduğumuz bir dünyanın en azından iplerini elimizde tutacağımız o tek kişi yine kendimizizdir. İnsan duygularının kaynağına düşüncelerinin yollarını takip ederek iner. Biz inançlarımızı ve düşüncelerimizi anlayabilir ve oradaki mantıksızlığı sezebilir, sonra da onu mantıklı inançlarla düzeltebilirsek duygularımız ve davranışlarımız da peşi sıra düzelecektir. En azından büyük bir kısmını böylece iyileştirebilecek ve hayatımızı daha yaşanabilir hale getirebileceğizdir. Demem o ki, bizim evler, duvarlar, sokaklar gibi yapılmışlığımızdan geçebilmek mümkündür aslında. Bu vazgeçişi bilinçli bir şekilde istersek eğer… Ve insanın düz, bazı, karanlık oluşuna değinecek olursak, elbette böyledir biz kendimizin derin sularına göz koymaz isek, kendi anlamımız peşinde koşmaz ve cevheri içimizde keşfetmez isek, yaradılış gayesinden ve çizgisinden yaban yollara her saptığımızda gönlümüzün üzerine o yolların kirini bulaştırır isek… Elbette o vakit eşref-i mahlûkat olan insan; düz insan, bazı insan, karanlık insan olacaktır.

https://newspdr.com/

Melike Yavuzay

16.11.1999 Kandıra Kocaeli'de doğdum. Uludağ Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden 2021 yılında mezun oldum. Oyun Terapisi ve Bilişsel Davranışçı Terapi uygulayıcısıyım. Psikoloji alanında yazı ve makalelerim bulunmaktadır.

Binlerce Mutlu Öğrenciye Katılın!

Bültenimize abone olun ve en son haberleri ve güncellemeleri alın!